2017 Yunanistan Motosiklet Turu
Evet nihayet motosiklet gezisini sağ salim tamamladık. Yeni yerler, yeni deneyimler ile bir seyahatimin detayları ile tekrar sizlerleyim.
Seyahatimize neredeyse hiçbir plan program yapmadan karar verdik ve herşeyi akışına bıraktık. Tabii kimilerine göre bu çok enteresan gelse de bizim gibi plansız programsız yola çıkan çoktur elbette. Eğer bizim gibi kamu kurumunda görevli iseniz öncelikle çeşitli evrakları temin etmeniz gerekiyor. Biz Yeşil pasaportlu olduğumuzdan dolayı vizeye ihtiyacımız yok ama OHAL nedeniyle çalıştığımız kurumdan yurtdışına çıkışımızda bir mani olmadığına dair yazı almamız gerekiyordu ki ben bunu son gün aldım diyebilirim, neredeyse unutuyordum. Eğer, Yunanistan’a kendi aracınızla gitmek istiyorsanız şoför için yeni tip ehliyet, araç için Uluslararası Sigorta (Yeşilkart – GreenCard) gerekiyor. Biz 15 günlük her motosiklet için 42 Euro verdik. Yola çıkarken bunu almayı unutursanız çok endişe etmenize gerek yok, çünkü İpsala sınır kapısında gümrük alanına geldiğinizde sağ tarafta Turing ofisinde bu belgeyi alabilirsiniz. Ama ihtimalleri düşünerek önceden bir sigorta acentesine giderek bu belgeyi almanızı öneririm. Güncel sigorta ücretlerine buradan ulaşabilirsiniz. Yeşilkartın Geçerli olduğu Ülkeleri görmek için burayı tıklayınız.
Eşyalarımızı, pasaportumuzu, belgelerimizi ve en önemlisi motorumuzu bir kere daha kontrol ettikten sonra 27 Ağustos 2017 Pazar günü sabah 06:45’te Sakarya / Serdivan’dan yol arkadaşım Ertuğrul Gelen ile start alıyoruz. Sürüş için gerçekten güzel bir gün. Hem uzun bir yolculuk olacağından hem de motosiklet ile ilk yurtdışı maceramız olacağından heyecan tavan yapıyor elbette…Endişe yok mu tabii ki biraz var ama o da olsun. Bana sorarsanız motosiklet üstündeyken biraz endişeli olmak gerek. Neden mi? Eğer endişe duymazsanız sizi arkada bekleyenleri düşünmeden gaza basar ve kuralları hiçe sayarsınız. Çünkü motosiklet size bu kural dışı olan tüm şeyleri yapmanız için resmen yol gösterir. O yüzden kimseyi üzmemek adına biraz korkarak biraz endişe duyarak sürmek gerek.
Yola devam.. Kahve ve benzin molası ardından ilk hedefimiz İpsala Sınır kapısı. Yaklaşık Sakarya-İpsala Sınır Kapısı 430 km.
https://goo.gl/maps/xEzihSXNFPz
Henüz kapıya gelemedik ama çok yaklaştığımız direk belli oluyor. Çünkü anormal derecede kuyruk var. Tabii kask yada el kamerası eksikliğini burada da hissediyorum. Video kaydı yapabilseydim ne demek istediğimi, mübalağa etmediğimi çok iyi anlayabilirdiniz. Sınırdaki kuyruğu ancak görmeniz lazım anlatmak mümkün değil. Bu kuyruğu görünce özellikle TIR şoförlerine sabır dilemekten başka bir şey gelmedi elimden.
Bu resimdekiler sadece iyi görünen kısmı. Sıcakta beklemekten bunalanlar mı dersiniz, fırsatını kollayıp öne geçmeye çalışanlara karşı önlem almaya çalışanlar mı dersiniz ya da öne geçip de bir kenarda sıkıştırılıp dayak yiyenler mi dersiniz, kenarda müzik açmış oynayanlar mı dersiniz artık türlü türlü insan ve olayı bir arada görmek oldukça mümkün. Bu kuyruğu eğer beklersek 20-24 saat beklemek en iyi tahmin olurdu herhalde. Kimisi yaşadığı yere geri dönüyor, kimisi bayram için akraba ziyaretine ya da tatile gidiyor. Herkes anlaşmış gibi aynı gün gitmeye karar vermişler gibi. 🙂 Kuyruk 10-12 km rahat var. Tüm bunları izlerken ve düşünürken, kulağıma intercomdan yol arkadaşım sesleniyor.
- “Hocam kenardan kenardan gidelim, biz motosikletliyiz bize bir şey demezler!”
- (ürkek bir ses ile) Tamam hocam arkandayım, takipteyim diyorum.
Ürküyorum çünkü orada biri bize “ne yapıyorsun ulen sen!” der ise, sıcaktan, beklemekten usanmış, sinir katsayısı tavan yapmış yığınla insanın hışmına uğrayacağımız kesin. Gerçekten biz motosiklet ile beklemeyecek olsaydık herhalde tüm enerjimizi bu sırada bitirirdik. Neyse öyle veya böyle kapıya kadar geldik dayak yemeden.
Artık sıcak mı bunalttı yoksa geçerken yaşadığım stres mi bilmem ama sınır kapısına gelip motordan indiğimde sırtımdan akan ter paçama kadar yol aldı. Motoru kenara çekip biraz nefes alıp ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz. Sağolsun Ertuğrul hoca harç pullarını alarak birkaç işlemi daha gümrüğe gelmeden halletti.
Evet, gümrük işlemleri çok uzun olmasa da yaklaşık 1 saat yakın sadece gümrük kapısında bekledik. Az önce de bahsettiğim gibi 10 km lik kuyruğun en sonunda olmuş olsaydık en az 1 gün bekleyebilirdik. Bu tabii benim iyi tahminim, belki de birkaç gün bekleyenler bile olmuştur.
Hâlâ sıra çok ama en azından ilk kapıdan sorunsuz geçiyoruz.
Fotoğraf çekme işini çok iyi beceremiyorum, daha doğrusu aklıma pek gelmiyor etrafı seyretmekten, keşfetmekten! Sağolsun yine Ertuğrul hoca unutmuyor ve güzel bir anı yakalıyor. Bu arada fotoğrafın güzelliği için çok teşekkür ediyorum kendisine.
Sınırı, Meriç nehri ve yemyeşil araziler keskin bir şekilde belirlemiş. Meriç nehri de ayrı bir güzel görünüyor.
İpsala sınır kapısından Yunanistan’a geçer geçmez Egnatio Odos otobanı (E90) başlıyor. Otoyolda çok az benzin istasyonu var, bu yüzden tedarikli olmakta fayda var. Yoksa yakıt almak için otobandan çıkıp en yakın yerleşim yerlerine girmeniz gerekiyor. Bizim en çok sıkıldığımız ve dikkatimizi çeken şey çok kısa mesafeler için gişeye girip ücret ödemeniz gerekiyor. Selanik’e kadar sanırım 5 ayrı yerde ücret ödedik ama asıl gişe macerası Atina yolunda başlıyor. Her bir geçiş ortalama 2.40 Euro civarında.
Otoban oldukça güzel ve boş. Yollar bizim için ayrılmış sanki. Yunanistan’a girdik ama hala tam olarak nerede kalacağız belli değil. Bunun için yol kenarında durup bir yerde artık karar vermemiz gerekiyor ve artık yorulmaya başladık. Evet hedefimiz Aleksandropolis nam-ı değer Dedeağaç. İpsaladan yaklaşık 55 km daha gitmemiz gerekiyor. Booking den yerimizi ayırttık, rahatız artık. 🙂
Dedeağaç, Aleksandropolis, Alexandroupolis Yunanistan’da Batı Trakya’da Evros İlinde bulunan hoş bir liman kenti.
https://goo.gl/maps/CoVfRsP3xX52
Burada küçük ama motorlarımız için güvenli sayılabilecek bir otel bulduk ve daha önceden program yapmadan geldiğimiz için ne bulursanız onunla yetinmek zorunda kalabiliyorsunuz. Thalassa Hotel. Oda – fiyat karşılaştırması yapacak olursak elbette odaya ya da otele göre yüksek fiyatlı sayılır. Ama yine de çok cebinizi yakmıyor. Motosikletlerimizi güvenli bir şekilde park ettikten sonra ilk işimiz mayolarımızı giyerek denize koşmak oldu.
Tabii oteli ayırtırken deniz sanki tükürsen denize ulaşacakmış gibi çok yakın gösterilmiş ama nerdeeeee! Fakat çok sıkıntı değil, çünkü deniz otelin karşısında ve yürüyerek 6-7 dakikada gidilecek kadar uzak. Otel bu arada Türklerle dolu 🙂
Şükür deniz kıyısına geldik. Karnımız acıktığı için hemen siparişleri verdik. Tavuklu sandviç ve patates kızartması. Elbette yanında da bira 🙂 Yalnız ne yalan söyleyeyim yediklerimiz doyurucu ve güzeldi.
Güzelce karnımızı doyurduktan sonra hemen kendimizi denize attık. Akşamüstü olduğu için herhalde birazcık da olsa üşüdük diyebiliriz ama çok iyi geldi.
Bir iki saat deniz kıyısının keyfini çıkarttık. Sahilde hem dinlenip hem içkimizi yudumlamak çok iyi geldi bize.
Akşam şehri gezmek istiyoruz ve bu konuda resepsiyondaki bayana nereye gidebiliriz diye sorma gafletinde bulunduk. Sen misin soran ! Öncelikle bize ne tür yerlere gütmek istediğimiz sordu. Kafe mi, bar mı, diskomu, gece kulübümü vs vs.. Biz hem akşam yemeği için balık yemek istediğimizi hem de kafe-bar tarzı bir yerde oturmak istediğimizi söyledik. Başladı saymaya. Gidebileceğimiz ve kendisinin de zevkine uygun olduğunu söylediği, memnun kaldığı bir çok yeri hem tarif etti hem de tek tek isimlerini kağıda not etti. Sorma gafletinde bulunduk dedim ama doğruyu söylemek gerekirse işini belli ki çok seviyor ve elinden geldiğince herkese yardımcı oluyor. Bu yüzden kendisine yıldızlı pekiyi veriyorum 🙂
Akşam oldu şehir turu atıyoruz. Tek motorla tarif edilen yolun başına kadar gidip parkettik. Sahil boyu sadece yayalara açık olan geniş bir yoldayız. İleride ışıklar ve derinden müzik sesi geliyor. Daha da ilerledikçe sahil kenarında bulunan işletmelerde ve insan sayısında ciddi bir oranda artış görüyoruz. Allahım ne kokular, ne kokular! Balık, kalamar kokusu öyle güzel öyle güzeeel geliyor amaaaa biz maalesef hiç aç değiliz hatta tıka basa tok gibiyiz. Deniz kenarında yediğimiz sandviç ve patatesin porsiyonu o kadar doyurucuydu ki herhalde ilk defa tok olduğumuza üzüldük. Yunanistan’da nereye giderseniz gidin (en azından bizim gittiğimiz yerler öyleydi) 1 porsiyon ile iki kişi rahat doyar. Biz bunu geç farkettik maalesef.
Güzel bir dinlenmenin ardından sabah hazırlıklarımızı tekrar yapıp yola çıkıyoruz. İstikamet Kavala…
https://goo.gl/maps/J1jhreKxr7R2
Yollar oldukça güzel ve sakin, hiç öyle bizim memleketin trafiğine benzemiyor. Bu yüzden motor sürerken ayrı bir zevk alıyoruz, fakat çok sıcak arkadaş. Hiç bu kadar terlediğimi bilmiyorum. Her fırsatta t-shirt değiştiriyorum. Yanıma çok eşya almışım diye hayıflanıyordum ama doğrusu işime yaradı. Kavala bizim ara durağımız. Burada biraz turlayıp yemek yedikten sonra Ata’mızın şehri Selanik’e geçeceğiz. Yine kalacağımız yeri son dakika ayırttık tabii. 🙂
Elbette Kavala’ya gidip de Kavala kurabiyesi yemeden olmaz. Yemek yemeğe giderken kurabiye satan küçük bir dükkandan tadımlık aldık ve taşımamak için dönüşte almaya karar verdik.
Artık karnımızda doyduğuna göre, bu şirin yerden gitme vakti geldi. Hazırlanıp yola çıkıyoruz. İstikamet Selanik 🙂 Çok fazla yolumuz yok.
https://goo.gl/maps/95pByK2yWvo
Allah’tan navigasyon var yoksa bunların tabelalarını okumak mümkün değil. 🙂 Yaklaşık 1,5-2 saat sonra Selanik’e varıyoruz. Akşam üstü oldu ve çok fazla yol gitmememize rağmen yine de yorulmuşuz. Biran önce otele gidip dinlenip akşam şehri gezmek istiyoruz.
Evet otelimizi bulduk.
Çok şükür havuzu var, hemen soyunup havuza gireceğiz. Eşyalarımızı yerleştirdik, mayolarımızı da giydik, serinlemeye iniyoruz. Havuz önümüzde ama biz giremiyoruz 🙁 Saat 19:00’da havuz kapanıyormuş meğer. Büyük bir hüsran bizim için. Neyse bahçede güzel bir su ve kahve molası sayesinde moralimizi tekrar toparlayacağız. Şef garsona kahveleri söyledikten sonra birşeyler daha sormak için aramızda konuşurken bize müdahil oluyor. Ne istiyorsunuz buyrun söyleyin diyor bize. Elbette şaşırdık biraz, iyi ki pot kıracak birşey söylemememişiz. Şef garson abi hemşerimiz çıktı. Doğma büyüme İstanbullu, evlenmiş Yunanistan’a yerleşmiş. Meğer kökü yine oraya aitmiş. Yani ailesi Rum göçmeniymiş İstanbul’da. Ama çok seviyor Türkiye’yi, elbette bizde onları seviyoruz 🙂
Akşam oldu Selanik’e gittik. Artık güzel bir balık yemek istiyoruz. Sağolsun Ertuğrul hoca navigasyonu ayarladı ve yemek yemeğe gidiyoruz. Döndük dolandık ama güzel bir mekana geldik. Tavernalar bölgesi diyebilirim. Her bir köşeden Yunanca şarkılar çalıyor ama bizim şarkıları da biraz andırıyor sanki. Yaklaştıkça daha da net anlaşılıyor elbette. Bizim şarkılarımızın (!) çoğu rumca söyleniyor. Her yerde olduğu gibi burada da Türkleri görmemek elbette ki imkansız. Neden her yerde kendimizi bu kadar belli ediyoruz bu yaşıma geldim hala anlayamıyorum. Bir yerde bi taşkınlığımız olmasın yahu. Sağımızdaki, solumuzdaki, arkamızda ki masalarda yurdumun insanları ben buradayım diyor adeta. Çiftlerden biri o güzelim şarkıyı hiç edip tartışıyor, onun yanı başındaki daha kalabalık olan grup bağıra bağıra sanki ilk defa içki içiyor ve ilk defa böyle bir ortamı görüp eğleniyorlarmış gibi, diğer taraftaki delikanlılar (aslında en sakinleri de onlar sayılır) kaba kaba konuşmalarıyla belden aşağı muhabbet ediyorlar. Ya nasıl eğlenecekseniz eğlenin nasıl konuşacaksanız konuşun ama milleti rahatsız etmeyin yada biraz daha dikkat edin arkadaş. Sonra bizi kimse sevmiyor, şöyle yapıyor böyle yapıyor diye dert yanın. Sevmez tabi, sevemezdeeeee…. Neyse geceyi böyle kapatmadık elbette. İlk defa orada, yerinde Uzo içeceğim ama türlü türlü çeşidi varmış. Balığımız, mezemiz ve Uzo’muz geldi. Balık ve meze gayet güzel de o Uzo nedir öyle! Ben hiç sevemedim, tarçınlı gibi bir rakımsı birşey. Meğer güzeli o değil miş! Ama gecenin güzelliğine güzellik katan, oturduğumuz andan masadan kalktığımız ana kadar kesintisiz ve bir o kadar da güzel çalan müzisyenleri tebrik etmek lazım. İşte alttaki video da kısacık da olsa bir örnek vereyim.
Güzel bir Selanik akşamını geride bıraktık. Sabah Atina’ya yola çıkacağız. O kadar yol gidip Ata’mızı ziyaret etmediniz mi diyeceksiniz. Elbette ziyaret edeceğiz ama sabah erkenden. Çünkü biz Selanik’e vardığımızda ziyaret saati geçmişti. Bu arada hemen açık olduğu saatleri belirteyim. Pazartesi günleri tüm gün kapalı, diğer günler ise 10:00-17:00 saatleri arasında açık olduğunu bilmenizde fayda var. Konumu ise aşağıdaki haritadaki gibi
Elbette buraya gelip de duygulanmamak elde değil. Bir tarihin evini geziyorsunuz, size birşeyler anlatmaya çalışıyor orası. Ama ne yazık ki ben ilk defa gitmeme rağmen biraz hayal kırıklığına uğramadım değil. Atatürk’ün evini modern müzeciliğe döndürüp, tadilat yapıp özel eşyalarını kaldırmışlar maalesef. İçeride vitrinlerin arkasında, irili ufaklı Atatürk fotoğraflarıyla, yanlarındaki Türkçe, İngilizce ve Yunanca açıklamalar, sanki bir sergi salonunda açılan fotoğraf sergisini geziyormuş izlenimini bırakıyor. Üç katlı evin girişine maket yerleştirilmiş. İşte bu eski hali. Makette doğduğu odadan, yattığı yatağa, giydiği elbiselerden, ayakkabılarına, tabakasına, kalemine kadar minyatür halleri yer alıyor. Bence bu hali daha orjinal olmuş. Birkaç eşya ve gerçekten başarılı bir şekilde yapılmış balmumu heykelleri var. Keşke boş olsaydı, eski gerçek hali korunabilseydi. Bana çok modernize edilmiş geldi açıkcası. Atatürk’ün “yeni” evinde, Atatürk’ü anımsatan hemen hemen hiçbir şey yok. Bu yüzden çok da fazla resim çekme gereği hissetmedim açıkcası. Ama yine de orada bir zamanlar olduğunu bilmek ve hissetmek bana yetti de artı bile. Keşke görse basit bir evi bile nasıl koruyamadığımızı !
Bahçesinde kocaman bir nar ağacı var, üzerinde de daha yeni olgunlaşmaya başlamış narlar var. İşte bu ağaç Ali Rıza Efendinin bahçeye diktiği nar ağacı. Allah’tan kıymamışlar ağaca, maşallah bir sürü narı var.
Eğer içeride gezip yorulursanız (ancak kalabalık olduğunda gezmek yorabilir) dışarıda çay- kahve içebileceğiniz, hediyelik eşya alabileceğiniz, menüleri, vitrinleri Türkçe yazılarla dolu dükkanlar bulmanız mümkün.
Bende dahil olmak üzere, benim gibi ilk kez ziyaret eden olsun ya da tadilattan önceki halini görenler olsun, Atatürk’ün yenilenmiş evini ziyaret eden Türklerin bu gördüklerinden çok da memnun kaldıklarını hiç zannetmiyorum. Dediğim gibi keşke evin eski hali olsa, keşke eşyaları yerli yerinde bırakılsaymış. Maalesef bunu da koruyamamışız.
Bu arada eğer merak ediyorsanız, youtube a video eklerken karşılaştığım tanıtım videosunu sizlerle burada paylaşayım. Benim hoşuma gitti belki sizinde hoşunuza gidebilir.
Devam edecek….